Alman Lisesi ve eş zamanlı konservatuvarda piyano bölümü öğrencisi olduktan sonra mimarlık eğitimi almış. Mimarlıktan çok gazetecilikteymiş aklı. Çalışkanlığı, disiplini, iyi bildiği Almanca ve İngilizcesiyle gazetecilikte yöneticileri tarafından hemen fark edilmiş. Meral Tamer bildiğiniz gibi yılların başarılı gazetecisi. Okul hayatı da başarılarla doluymuş. Gazetecilik alanında pek çok ödül kazanmış. Dünyayı gezen, Türkiye’yi ve dünyayı yakından
izleyen aydın bir kişi.

Hayatı gazetecilikte koşturmacayla akıp giderken bir gün kanserle yüzleşmiş. Yaşadıklarını, hayat arkadaşı Osman Ulagay’ın önerisiyle gazetesine taşımış. Bu yazı dizisi büyük ilgi görmüştü. Meral Tamer’in “Aşkolsun Kanser!” adında bir de kitabı var. Bu kitapta, hem erken evrede yakalanan meme kanserini ve tedavi sürecini hem de hayatının ilginç dönüm noktalarını büyük bir samimiyetle paylaşıyor. Kitap, usta bir gazetecinin kaleminden çıkınca elinizden hiç bırakmadan keyifle, bir çırpıda okuyorsunuz.

Levent’te bir cafe’de buluşuyoruz. Tatilden yeni döndüğü gün bizi kırmayıp röportajımızı kabul ettiği için çok teşekkür ediyorum kendisine. Gözlerinin içi gülen, güzel kahkahalar atan enerjik mi enerjik Meral Tamer’le hemen sohbete başlıyoruz. Ve öğreniyorum ki bugün ben
toplantı yapıp görüştüğü üçüncü kişiymişim.

Meral Hanım hep böyle yoğun mu geçer günleriniz?
(Gülüyor) Evet. Hayatım dinamik, kanserden sonra daha da dinamik oldu. İnsanlarla çok iç içe yaşadım ve çok kariyeristtim. Hayatımı ona göre düzenlerdim. Tüketici hareketini başlattıktan sonra hep hayata ve insanlara dokunan biriydim. Kanserden sonraysa sosyal kelebek oldun diyorlar bana. Aslında bu karşılıklı bir şey. İnsanlara yanıt vermeye çalışıyorum. Sadece vermiyorsunuz hem de alıyorsunuz aynı zamanda. Her zaman sosyaldim ama kanserden sonra biraz daha hayata açıldım diyebilirim.

Sizinle röportaja gelmeden bilgisayar başında çalışırken mimarlık eğitimi aldığınızı okudum. Bilmiyordum.
İki yıl mimarlık yaptım. Ama ben 68 kuşağıyım. Mimarlıktan mezun olduğum yıl Avrupa’da öğrenci hareketleri başlamıştı. Mimarlıkta okulda öğretilenlerle yapılanların da birbirini tutmadığını gördüm. Beni tatmin etmedi. Zaten yaşanılan depremle de bu kanıtlanmış oldu. O yüzden ben yüreğimin sesini dinledim hobim olan şeyi mesleğim olarak yapabildim. Gazetecilikte 40 yılı geride bıraktım. Gazetecilik de benim heyecanla başladığım 40 yıl öncesinden bu güne gelene kadar çok erozyona uğradı, ölçüleri çok değişti. Ama geriye dönebilsem aynı şeyleri yapardım diyorum.

Alman Lisesi mezunu olmanın hız, disiplin ve rasyonel bakış açısı gerektiren gazeteciliğe katkısı olmuştur değil mi?
Evet evet. Fikri takipçilik, dakiklik. Gerçi benim annem çok disiplinliydi. Annemin disiplini yanında Alman Lisesi’ninki solda sıfır kalır. Annem beni konservatuvardaki piyano derslerine götürürdü. Konservatuvarla eş zamanlı Alman Lisesi’ne giderdim. Hayatımdaki en büyük artıdır Alman Lisesi’nde okumak. O disiplinle yetişmek, o ayar, o ölçüler bana hayatta çok iyi geldi.

Ve bir gün meme kanseri tanısı kondu size. Gazetedeki köşenizde yaşadıklarınızla beraber kanser konusunu bir yazı dizisi yaptınız hem de “Aşkolsun Kanser!” adlı kitabı yazdınız. Pek çok insanın kanser konusunda konuşmaya çekindiğini gözlemliyorum. Siz tüm samimiyetinizle yaşadıklarınızı paylaştınız okurlarla.
Ben kanser olduğumu öğrendikten sonra herkes o kadar üzüldü ki arkadaşlarım gerçekten karalar bağladılar. Bense kanser olduğumu öğrendiğim anda, benim kanserimin çok vahim bir şey olmadığını idrak ettim. Hatta o gün muayene oldum, sonucu beklerken de gazeteye yazı yetiştiriyordum. Doktorumun benimle konuşmak istediğini ve beklememi söylediler. Telefonla konuşuruz diyordum. Haberi almadan önce yazıyı yetiştirme telaşındaydım. Ve haberi verdikleri anda benimkinin erken evrede yakalandığı idrakine vardım. Yaşam şeklimi pek değiştirmeyecekti. Bir baktım ki çevrem hiç de öyle karşılamadı. Hiç konuşulmuyor, gözyaşlarını tutamıyorlar. Kızım ve Osman (Ulagay) haricindeki çevremi ben teselli etmeye çalıştım. O zamana kadar inanın kanser konuşulmuyordu. Tedavimden 9 ay sonra kitap yayınlanmıştı. Kitap standımda yanımdan geçiyorlardı ve kimse kitabı eline almak istemiyordu. Geçer diye herhalde kitabı ellerine almıyorlardı. Onkoloğum bana “Sen bir milat yaptın” dedi. Bizim gazetede bile amansız hastalıktı adı. Türkiye’de böyleydi. Bunun bir öcü olmadığını, erken teşhisle hayat kurtarıldığını, herkesin kanserinin birbirinden farklı olduğunu öğrendim. Pek çok kişi kendisine destek buldu yazı dizisini okurken. Ben de kendimi çoğalmış hissettim. Gazetelerde kanser lafları çıkar oldu. Bazı sanatçılar kanser olduklarını paylaştılar.

Siz bir öncü oldunuz.
Evet. Benim gazetecilik anlayışıma ve gazetecilik serüvenime yakıştı diyeyim. İnsanlarla tüketici hareketinden dolayı zaten iç içeydim. Halka dokunurken ve bu kadar iç içe yaşarken ve onları ikna eden birisiyken bu konuda da konuştuk. Şubatta, doğum günümden bir gün önce kanser olduğumu öğrenmiştim. Üç ay bir sessizlikten sonra da mayısta bu yazı dizisini hazırladım.

Erken teşhisin önemini her zaman vurguladınız. Kitabınızda “Kanserde erken teşhis hayat kurtarır sözü düne kadar benim için kuru bir slogandan ibaretti. Bugün karşılaştığım her insana, bir an önce ulaştırmak istediğim önemli bir mesaj” diye yazmışsınız. Ve sizi okuyanlara büyük moral ve bilgi vermişsiniz. Tavsiyeleriniz neler olur?
Kontrollerimizi aksatmamalıyız, biraz da görüntüleme cihazlarının teknolojik yeniliğine dikkat etmeliyiz. Güvendiğim doktorlara kendimi teslim ettim. Kanserin hangi türü gibi konuları hiç merak etmedim. 16 yaşında anne ve babamı kaybettim. Mecburiyetten hep kendi ayaklarım üzerinde durdum. Hayat boyu ben bardağın dolu tarafını görmeyi tercih eder ve bunu içselleştiririm.

Bir yazınızda okumuştum. Kansere karşı kansersavar enfes salatalar yapıyor musunuz yine?
(Gülüyor) O günlerden yani dört buçuk yıl öncesinden bana kalanlar var, evet. Bana kanser olmuş, olmamış okurlarımdan, bitki uzmanlarından organik paket paket pek çok sebze, meyve gelirdi. Onkoloğuma sorardım tabii. En antioksidan şeylerden mercanköşkü bilmezdim bile. Şimdi her sabah mercanköşk, zeytin ve domates salatası yapıp kahvaltıda yemek kanserden sonra edindiğim bir alışkanlık. Bir de kuşkonmaz hayatımıza girdi. Çorbasını seviyoruz. Kötü beslenmezdim ama daha özenli oldum. Sebzeye daha ağırlık verdim. Oturduğumuz semtin civarında organik gıdalar bulabiliyorum.

Telefonla sipariş vermez, seçerek alışveriş yaparmışsınız değil mi?
Hayatta katiyetle telefonla, internetten falan alışveriş yapmam. Paketleme tarihine bakarım. Raf ömrüne bakarım. Benim için alışveriş çok zaman ayırdığım ve çok titizlendiğim bir şeydir.

Yemek yapmayı sever misiniz? Annenizin ve babanızın vefatı, sizin tek çocuk olmanız küçük yaşta yemek yapmayı öğrenmenize neden oldu mu?
Annem çok lezzetli yemek yapardı. Evimiz güzel yemek yenen bir yerdi. Zeytinyağlı dolmaları çok güzeldi, kıymalı mercimeği… Sonradan o lezzetleri bulmaya çalıştım. Annemin lezzetlerini çok özledim. Ama bende bu çok sonra gelişti. Sonra gelişti, gelişti, gelişti…

Sizin mutfağınızın en özel tarifleri nelerdir?
Pek çok yemek var. Yani arkadaşlarıma göre değişir. Bir arkadaşıma domatesli pastırmalı kaşar rendeli minicik muska böreği yaparım. O kadar kızgın bir yağda pişer ki hiç yağ çekmez. Kızım Doğa’nın bir arkadaşına dün lime ve portakal rendeli, avokadolu fener balığı, ceviche yani marine edilmiş çiğ balık yaptım. Frenk soğanı ve kaparili. Peru yemeğidir. Başka bir arkadaşıma küşleme yaparım. Karamelize soğan ve ayvayla pişiriyorum.

Bu da aslında insanı hayata bağlayan bir şey değil mi?
Özenle, mücevher seçer gibi alışveriş yapmak, leziz yemekler hazırlamak, çok titizlenerek bir masa kurmak… Paylaşmak çok güzel bir şey.

Ve Meral Tamer bana kitabını imzalıyor, paylaştığımız keyifli öğleden sonra için kendisine çok teşekkür ediyorum.