Hastanelerin ismi eskiden şifahaneymiş. Siz hangisine gitmeyi tercih edersiniz?

Hastalarla dolu bir haneye mi, şifalandığınız bir haneye mi? Sizi kanserle savaşan
görüntünüz mü motive eder, yoksa sağlığına kavuşmuş görüntünüz mü?

Kelimelerin bu kadar da etkisi olamayacağını düşünüyorsanız, beyin sistemimizi gelin birlikte keşfedelim.

Son sekiz senedir olumlu tutum, çözüm odaklılık, gelecek odaklılık için yürüdüğüm yol olan “koçluk” alanı, bana pozitif tutum için öncelikle pozitif dilin önemini farkettiren
çok önemli bir yaklaşım oldu.

Bu son dönemde sıklıkla duyduğumuz “koçluk” nerden çıkmış ve ne işe yarıyor diye başlamak istiyorum yazıma izninizle.

Coach-Koç kelimesi, Macaristan’ın bir kasabası olan “KOCSİ” de üretilen taşıyıcı arabalara verilen isimden gelmektedir. 1830’lu yıllardan itibaren ilk olarak İngiltere’de Oxford Üniversitesi’nde öğrenciyi sınava hazırlayan özel okutmanlar için kullanılan “argo” bir sözcük olarak lisanda yerini almış, 1990’dan sonra ise bağımsız bir disiplin ve profesyonel bir meslek haline gelmiştir.

Bu mesleğin oluşumunda rol alan en önemli derneklerden biri, Thomas Leonard tarafından Kuzey Amerika’da kurulmuş olan, Uluslararası Koçluk Derneği’dir. (International Coach Federation) ICF’in şu an 100’den fazla ülkede şubesi, 22.000 de üyesi bulunmaktadır. “Koçluk Sağlıklı Yaşama Kavuşma Derneği Mesleğinin” en önemli katkısı, etik davranış standartlarının belirlenmesi diyebiliriz. Ülkemizde de 2005 yılında ICF Global’in şubesi olarak kurulmuş ve 2009 yılında Uluslararası Profesyonel Koçluk Derneği (ICF Türkiye) olarak varlığını resmileştirmiştir.

Koçluk, kişinin iç karar alma sistemlerine ilişkin farkındalığını artıran, içsel tüm bilgi kaynaklarına ulaşmasına ve tüm bu kaynaklarını çözüm odaklı yaklaşımla istediği biçim ve süreklilikte kullanmasına destek sağlayan özel bir süreç programıdır.

Tam olarak beyin sistemlerimizi dikkate alarak oluşmuş bir yöntemdir. Gelecek ve çözüm odaklılık için koçluk alan kişiyi, duygusal sistem yerine görsel (neokorteks) sistemi kullanmaya davet eder. Limbik sistem, olumlu ve olumsuz tüm deneyimleri barındırdığından, o alanda özellikle olumsuz duyguları deneyimleten alanda olmayı farkındalıkla seçmez.

Bunun şöyle de düşünebilirsiniz; Word programında yazılarınızı kolaylıkla yazabilirken, Excel’de muhasebesel işlerinizi kolaylıkla yapabiliyorsunuz. Word dokümanda matematiksel işlemlerden etkili sonuç alabilmek kolay olmazken, Excel’de bu çok basittir.

Beyin sistemlerimizi de aynı şekilde, kullanmalıyız. Bize hayatı kolaylaştırcak, bedenimize, sağlığımıza iyi gelecek olan sistemi, farkındalıkla devreye sokabilmeliyiz.

Buyrun beynimize yakından bakalım. Beynimizi tanımlayacak olursak, en basit yaklaşımla 3 farklı sistemden bahsedebiliriz.

Sürüngen Beyin

Beynin bu bölümü, en eski beyin sistemidir. Tıp dilinde “reptilian” adı verilen bu sistem sayesinde hayatta kalma ile ilgili davranışları otomatik olarak sergileriz; doğrudan, basit ve harekete yönelik olarak. “Savaş ya da kaç” beyin sistemi olarak da bilinir. Duyu ağırlıklıdır; “Kinestetik” tir; sıcak sobaya elimizi değidirdiğimizde hemen çekmek, çok acı bir yiyeceği hemen tükürmek gibi.

Limbik Sistem (Duygusal Beyin)

Alışkanlıkların önemli olduğu bu sistemde, değişimden hoşlanılmaz. Uzun zamana dayalı olarak edinilmiş davranış kalıpları oluşur. Dinazor döneminin sonunda gelişmeye başlayan bu beyin sistemi, memelilerin %98’inde mevcuttur. Her iki beyin sistemi, birbirine bağlı olarak ve uyum içinde işlevlerini görürler. Fiziksel ve duygusal alandaki deneyimleri yaşamamıza ve onlarla başa çıkmamıza yararlar. Hayvanlar ile kurabildiğimiz iletişim, onların da bu sisteme sahip olması nedeniyle mümkün olmaktadır. Hayvanlar da bizler gibi sevinir, üzülür, heyecanlanır, hâkimiyet kurar, korur ve yeni nesilleri eğitirler.

“Ne düşünüyorsak O’yuz” diyenlerdenim.

Duygusal beyin “işitseldir”. Gelecek nesillere de yansıtmak için eğitmek adına hayvanlar ve insanlar iletişim için ses çıkarırlar. Dil sistemi yaklaşık 200.000 yaşındadır. 50.000 yıl önce, âdemelmasının insan bedeninde gelişimi ile insanlar daha karmaşık sesler çıkartmaya başlayabilmişlerdir. Dilin gelişimi de duygusal beynin gelişimi paralelinde gitmektedir. Aynı zamanda hiyerarşik yapıların kurulması, kabile, topluluk olarak çalışmak ve yaşamak gibi davranışlar, bu beyin sistemimiz ile desteklenmektedir.

Kararlarımızı hep limbik sistemde alırız. Sürüngen sisteme göre karar alma alanında 20 kat daha gelişmiş olmasına karşın, bu sistemde “evet ya da hayır” kararları işler. “Siyah ya da beyaz” vardır, “gri”yoktur. Zaman olgusu da sadece şimdi ve geçmişten oluşur. Birleşik zaman algısı sayesinde, daha evvel başımıza geldiğini düşündüğümüz “deja vu”ların yer aldığı sistem burasıdır.

Neokorteks Sistem (Görsel Beyin)

Beyin boşluğumuzun en büyük alanını doldurur. Duygusal ve sürüngen beyin sisteminin aksine bu sistem, bedenin isteklerine hemen cevap vermez. Duygusal beyin sisteminden 1000 kat daha esnektir. Beynimizin bu sisteminde geleceği tasarlayabiliriz. Limbik sistemde alacağımız kararlarımız öncesi, daha fazla seçeneklere ulaşabildiğimiz alanımızdır. 16 trilyon nöron bağlantısı sayesinde görüntüleri oluşturma ve yeniden oluşturma kapasitesine sahip olmaktayız.

Kendimizi ulaşmak istediğimiz noktada hayal edebildiğimiz, görselde canlandırabildiğimiz bu sistem, duygusal beyin sistemi tarafından yönetiliyor gibi görünmekle beraber, esasında plan yapıcı mantıklı olan taraf olması açısından duygusal sistemdeki olumlu duyguları ve deneyimleri de tekrar yaşamamız için fırsat sunmaktadır. Görsel sistemin en önemli özelliği, olumsuzu algılamıyor oluşudur. Örneğin “mutsuz olmayacağım” dediğimiz zaman kendimizin mutsuz hali görsel sistemde canlanır. Bunu takiben duygusal sistemde saklı olan mutsuzluk halimizi desteklemek üzere vücut sistemimizde tüm bize mutluluk veren kimyasallar ve hormonların seviyesi düşmeye başlar ve gerçekten de mutsuzluğumuz pekişir.

Koçluk, kişiyi açık uçlu sorularla görsel beyin sisteminde tutan, gelecekte her şeyin mümkün olduğunu hatırlatan ve gelecekteki o olumlu deneyimi şu anda yaşatıp motive olmasına alan açan bir yaklaşım yöntemdir. Zira beyinde zaman algısı yoktur; geçmiş de gelecek de şu an deneyimlenir.

Başarısızlıkları hatırlatan geçmişe yönelik “Neden başaramadım?” sorusu bize çözüm üretmezken ve bizi daha mutsuz ve ümitsiz hale getirirken, gelecek odaklı “Peki neyi farklı yaparsam başarırım?” sorusu, bize pek çok farklı çözümü buldurtabilir.

Tam da bu nedenle olumlu dil üzerinde durmak istiyorum. Kültürümüz genellikle koruyucu, nazara inanan bir yaklaşım içerir. Bunu kullanmakta olduğumuz dil kalıplarında, deyişlerde de rahatlıkla bulabiliriz.

Örneğin yeni araba alan birine genellikle kurduğumuzhayırlı olsun cümlesi; “Kazasız belasız günlerde kullan” olabilmektedir. Bu cümleyi kurarak esasen onun gözünde canlandırdığımız kazalar belalardır. “Aman nazar değmesin” de aynı şeydir.

Benzer şekilde trafik canavarı olmayın dendiğinde, içsel kodlarımızda trafik canavarlığı daha hızlı araba kullanmak, duyarsız olmak üzerine olduğundan, kendimizi bilinç dışı zihnimizde oluşan bu anlayış ile daha hızlı giderken bulabiliriz.

O zaman kendi muhteşem kaynağımızı kendi lehimize nasıl kullanacağız?

“Duyarlı bir sürücü olduğunuz için teşekkür ederiz” diyen levhalar işimize yarayacaktır kuşkuşuz.

“İnşaatın altından yürümek yasak-tehlikelidir” demek yerine “Can sağlığınız açısından karşı kaldırımdan yürüyünüz” yazısı bizi daha çok etkileyecek, karşı kaldırımdan yürümeye motive edecektir.

Japon bilim adamı Emoto, suları kullanarak şöyle bir deney yapmaktadır; aynı koşullarda saklanan, başlangıçta aynı özelliklere (molekül düzenine) sahip olan her bir suya ayrı ayrı olarak, mesela sürekli klasik müzik dinletirken diğerine caz dinletir. Diğerine seni seviyorum derken, bir diğerine senden nefret ediyorum der. Sonuçta her suyun moleküllerinin, o süre sonunda farklı yapılandığını ortaya çıkarır.

Molekül düzeninin verilen enerjiye göre farklı oluşması şu açıdan çok önemli; bedenimizin %70 gibi bir alanı sudan oluşuyorsa, kendi içimizde oluşturduğumuz enerji, bizim için çok önemli demektir. Kendi kendimize neler söylerken buluyoruz kendimizi; iç seslerimiz hangi tonda konuşuyor; suçlayarak, yargılayarak, küçümseyerek, azarlayarak?

Görsel sistemde olumlu görüntüler oluşturarak bedenimizin ve beynimizin istediğimiz yönde uyumla hareket etmesi içinse dışarıya kurduğumuz cümleleri, “neden kaçınmak istediğimiz” olarak değil de tam tersine “neye ulaşmak istediğimize” dönüştürerek başlamanın yanı sıra kendi iç moleküllerimizi (hücre, kan akışı) sağlıklı bir düzende tutmak için iç seslerimizin de nasıl olduğunun farkına varmak gerekiyor.

Bu nedenledir ki yazımın başlangıcındaki soruyu tekrarlamak istiyorum;

Sizi kanserle savaşan görüntünüz mü motive eder, yoksa sağlına kavuşmuş görüntünüz mü?

Ulaşmak istediğiniz, korumak istediğiniz “sağlıklı siz” için şu andan itibaren neyi farklı yapmak istersiniz?

Can Karaburçak